Dövize ilişkin düzenlemeler dış ticareti olumsuz etkiliyor

Sercan Bahadır | 11/05/2022 | (Tüm Yazılar)

Enflasyondaki yükseliş dış ticarette ve gümrük işlemlerinde yakından takip ediliyor. Fiyatlama, maliyet tahminleri, faturalama gibi konularda öngörülerde bulunmak günümüzdeki gibi ekonomik ortamlarda maalesef çok kolay olmuyor. Buna paralel olarak, küresel salgın döneminde yaşadığımız emtia ve taşıma maliyetlerinin artması yine önemli bir gündem maddesi olarak karşımıza çıkıyor. Uzun vadede ise dünyadaki kaynak kısıtları, iklim değişiklikleri, küresel sorunlar ve sosyo-ekonomik değişimler de dış ticaretin gündemini oluşturacak gibi görünüyor.

Kur dalgalanmalarının önüne geçilmiş olması nedeniyle, şu aşamada kur konusunun gümrük gündeminde ikinci plana atıldığını söyleyebiliriz. Kurda yakalanan bu istikrar, dış ticaret açısından oldukça önemli. Ancak bunu sağlayabilmek adına yapılan düzenlemelerde dış ticaret işlemlerinin de dikkate alınması gerekiyor. Aksi durumda, yine şirketler olumsuz etkileniyor.

Düzenleme ne getiriyor?

Son dönemde kur dalgalanmasının önüne geçmek adına Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından bazı düzenlemeler yapılıyor ve bu düzenlemeler hem dış ticaret hem de iç ticaret işlemlerimizi yakından ilgilendiriyor. Bu düzenlemelerin dayanağı olan ve 1930 yılında yayımlanan ‘1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’ Hazine ve Maliye Bakanlığına bu yetkiyi veriyor. Uygulama konusunda ise bu kanuna dayanılarak hepimizin bildiği 32 sayılı karar çıkarılıyor.

Bu karar, döviz ve dövizi temsil eden belgelere (menkul değerler ve diğer sermaye piyasası araçları dahil) ilişkin tüm işlemler ile dövizlerin tasarruf ve idaresine yönelik düzenleyici ve sınırlayıcı işlem tesis etme yetkisi veriyor. Bu karar aynı zamanda kıymetli maden ve taşlar ile belgeleri de içeriyor. Ayrıca bu karara ilişkin muhtelif tebliğler de çıkarılıyor. Anılan düzenlemeler işte bu tebliğlerdeki değişikliklerle yapılıyor. Nitekim son değişiklik de 32 sayılı karara ilişkin 2008/32-34 sayılı tebliğde yapılan değişiklikle gerçekleşiyor.

Daha önce Türkiye'de yerleşik kişilerin kendi aralarında akdedecekleri, taşıt satış sözleşmeleri dışında kalan menkul satış sözleşmelerinde sözleşme bedelini ve bu sözleşmelerden kaynaklanan diğer ödeme yükümlülüklerini döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak kararlaştırmaları mümkündü. 19 Nisan 2022’de yapılan son değişiklikle bu hükme, sözleşme konusu ödeme yükümlülüklerinin Türk parası cinsinden yerine getirilmesi ve kabul edilmesinin zorunlu olduğu ibaresi eklendi.

Değişiklik ne anlama geliyor?

Bildiğiniz üzere, gümrük ve dış ticaret mevzuatının ana konusunu “eşya” oluşturuyor. Eşya alım satımına yönelik yapılan her düzenleme doğrudan ya da dolaylı olarak dış ticaret ve gümrük işlemlerini ilgilendiriyor. Yapılan düzenleme menkul satışları içeriyor. Türk Dil Kurumuna göre menkul, bir yerden bir yere taşınabilen mal olarak tanımlanıyor.

Buradaki önemli kriterin, Türkiye’de yerleşik kişiler arasında yapılan menkul satış sözleşmeleri olduğu görülüyor. Türk lirası ile ödeme zorunluluğu işleme değil, kişilere yönelik. Düzenlemede “Türkiye'de yerleşik kişi” ifadesi geçiyor. Bu da kanuni yerleşim yeri Türkiye'de bulunan gerçek ve tüzel kişileri ifade ediyor. Dolayısıyla, bu düzenlemenin doğrudan muhatabının dış ticaret şirketleri olmadığı açık.

Asıl sorun, Türkiye’de yerleşik kişilerin gümrük tekniği olarak yurt dışı kabul edilen yerlerde yapılan işlemlerinde ortaya çıkıyor. Örneğin; serbest bölgeler, mevzuat gereği kambiyo işlemleri açısından yurt dışı olarak kabul ediliyor. Ancak bu yerlerde yapılan işlemlerin bu kapsamda olmadığına ilişkin bir düzenlemeye de açıkça rastlanmıyor. Yine bir örnek olarak; antrepoda yapılan devir işlemleri maalesef istisna sayılmıyor. Şayet iki şirket Türkiye’de yerleşikse antrepoda yapılan bir alım-satım işlemi dövize endeksli olsa da ödemeleri TL olmak zorunda.

Daha da ilginç bir durum transit ticaret işlemlerinde yaşanıyor. İhracat yönetmeliğinde, yurt dışında veya serbest bölgede yerleşik bir firmadan ya da antrepodan satın alınan malın, ülkemiz üzerinden transit olarak veya doğrudan yurt dışında veya serbest bölgede yerleşik bir firmaya ya da antrepoya satılması transit ticaret olarak tanımlanıyor. Örneğin; Türkiye’de yerleşik olan A firması, Çin’den aldığı bir eşyayı önce Türkiye’deki B firmasına satıyor. B firması da bu eşyayı, eşya hiç ülkeye gelmeden yani yoldayken Almanya’ya satıyor. Bu işlemde A firması döviz ile alıyor TL satıyor; B firması TL alıyor döviz ile satıyor (Döviz-TL-Döviz). Muhtemelen bu örnekte kur farkı gibi konular sizin de dikkatinizi çekmiştir.

Bunun gibi durumlar maalesef dahilde işleme rejiminde yaşanıyor. D1-D1 olarak bilinen işlemler buna bir örnek. Bu işlemlerde araya yerleşik bir şirket girdiği zaman ödeme işlemlerinin TL olarak yapılması zorunda tutuluyor. Halbuki sonuçta bu şekilde bir ihracat yapılmış ve ülkeye döviz girişi sağlanmış oluyor.

Ne yapılmalı?

Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yapılan düzenlemelerin dış ticaret ve gümrük işlemlerini de içerecek şekilde ele alınması oldukça önemli. Son yapılan düzenlemede yine dış ticaret işlemlerinin dikkate alınmadığı görülüyor. Daha önce bunu Katma Değer Vergisi (KDV) oranlarında yaşamıştık. Bu düzenlemede de dış ticaret işlemleri için açık ve net istisnalara yer verilmemiş ya da bazı alanlar hiç dikkate alınmamıştı.

Özellikle serbest bölgede gerçekleşen işlemler kambiyo mevzuatı açısından kapsam dışı. Ancak düzenlemede buna yönelik net bir açıklama ya da istisnanın yer almaması, uygulamada sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuya bir düzenleme ile açıklık getirilmesinde yarar vardır. Aynı şey transit ticaret işlemleri için de geçerlidir.

Dahilde işleme ve antrepo rejimleri kapsamındaki işlemler bu iki durumdan biraz farklı olsa da dış ticaret tekniği açısından bu işlemlerin de ilgili düzenlemenin kapsamı dışına alınması gerekir. İhracatçının bu açıdan da desteklenmesi önemli.

 

 

Bu makalede yer alan açıklamalar, yazarının konu hakkındaki kişisel görüşünü yansıtmaktadır. Makaledeki bilgi ve açıklamalardan dolayı EY ve/veya Kuzey YMM ve Bağımsız Denetim A.Ş.’ye sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.