Tedarik zincirinde sürdürülebilirlik daha önemli

Sercan Bahadır | 24/12/2021 | (Tüm Yazılar)

Kurlardaki dalgalanmalar dış ticarette ve gümrük işlemlerinde de yakından takip ediliyor. Fiyatlama, maliyet tahminleri, faturalama gibi konuları belirleme istikrarsız kurda maalesef çok kolay olmuyor. Birçok şirketin satın alma departmanları yaşanan bu süreçte ciddi mesai harcıyor ve işlem yapmakta zorlanıyor. Bu nedenle kurda bir istikrarın olması en çok ve acele beklenen bir konu oluyor.

Bununla beraber küresel salgın döneminde, muhtemelen iş dünyasının ve hatta sıradan vatandaşın en çok duyduğu söylem “tedarik zincirlerinin kırılması” oluyor. Globalde son dönemde hammadde pazarında talep ve tedarik dalgalanmalarının yaygınlaşmasıyla, tedarik zinciri sürdürülebilirliği yönetimi oldukça kritik bir konuya dönüşüyor, hatta dönüştü. Ek olarak; dünyadaki kaynak kısıtları, iklim değişiklikleri, küresel sorunlar ve sosyoekonomik değişimler de tedarik zincirinde sürdürülebilirlik kavramının önemini daha da artırıyor.

Bugün köşemize dış ticaret açısından hayati olan tedarik zincirinde sürdürebilirlik konusuna değinmek istiyoruz. Bu konuda oldukça uzman ve bir o kadar da tecrübe sahibi EY Türkiye Tedarik Zinciri Danışmanlığı ekibinden Arda Karaçelebi, Adem Kazaz ve Elif Sadıkoğlu ile kısa bir röportaj gerçekleştirdik. Umarım bu röportaj dış ticaret ve tedarik zincirinde yaşanan son gelişmeleri anlamaya vesile olur.

Sürdürülebilirliği nasıl tanımlarsınız? Tedarik zincirinde sürdürülebilirliğin önemi nedir?

Sürdürülebilirlik; sosyal, çevresel ve ekonomik faktörlerden kaynaklanan riskleri yöneterek ve fırsatları kucaklayarak uzun vadeli paydaş değeri yaratmakla ilgilidir. Günümüzde hemen hemen her sektörde firmalar arasındaki rekabetin artması işletmeler için yeni gereksinimleri beraberinde getirmiş ve sürdürülebilirlik gibi yeni kavramların hayatımıza girmesine sebep olmuştur. Müşteri ve tüketici tercihleri, hatta yatırımcıların yönelimleri de aynı şekilde değiştiği için özellikle global ve kurumsal şirketler başta olmak üzere pek çok şirket iş modellerini daha sürdürülebilir modellere kaydırmayı hedefliyor. Bu değişim noktasında ise tedarik zinciri büyük bir rol oynuyor. Tedarik zincirinin, şirketlerin çevresel yükleri ve sosyoekonomik konumu üzerinde önemli bir etkisi var. Tedarik zincirleri, doğası gereği hem oldukça büyük miktarda enerji tüketen, hem de üretim ve nakliye gerektiren iş gücünü içeriyor. Dolayısıyla tedarik zinciri sürdürülebilirliği kavramı şirketler için kilit noktalarda ön plana çıkıyor.

Sürdürülebilir büyüme ve ekonomi konusunda tedarik zinciri nasıl rol oynamaktadır? Nasıl bir strateji izlenmeli?

Sürdürülebilir büyüme kapsamında tedarik zinciri aslında hem gelişmiş hem gelişmekte olan pazarlarda büyük rol oynuyor. Gelişmiş pazarlarda tedarik zincirinde sürdürülebilir uygulamaları benimsemek, marjları desteklemek ve başka alanlarda büyümeye fırsat vermek açısından önemli. Gelişmekte olan pazarlarda ise tedarik zincirinde sürdürülebilirlik uygulamaları yasal riskleri azaltarak ve şirket itibarına olumlu katkı sağlayarak rakipler arasında şirketi öne çıkarabilir. Bu noktada sürdürülebilir büyümeyi sağlamak için paydaş katılımı önem taşıyor. İklim değişikliklerine, sosyal ve hükümet kaynaklı sorunlara karşı dayanıklılığı artmış, şeffaf, operasyonel risk yönetimi gelişmiş ve toplumun, tüketicilerin beklentilerini karşılayabilen bir tedarik zinciri yönetim sistemi kurmak gerekli.

Sürdürülebilirlik kapsamında şirketler hangi ölçütlere göre değerlendiriliyorlar ve genel durumları nasıl görünüyor?

Bu noktada Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi önemli rol oynuyor diyebiliriz. Bu sözleşme aslında dünya genelinde sürdürülebilir, ortak küresel kalkınmayı hedefliyor. Şirketleri de ekonomik, çevresel ve sosyal anlamda sürdürülebilir sistemler ve uygulamalar geliştirmeye teşvik ediyor. Küresel İlkeler Sözleşmesi, imzacılarına yönelik tedarik zinciri sürdürülebilirliğine ilişkin sorular da içeren bir anket gerçekleştirdi. Anket kapsamında farklı büyüklüklerde, farklı coğrafyalarda ve farklı sektörlerde 1.000’den fazla şirket tarafından sorular yanıtlandı. Araştırmaya katılanların yaklaşık %83’ü şirketlerinin sözleşmeye uyumu dikkate aldığını söylüyor; bu aslında oldukça yüksek bir oran. Daha detaya inecek olursak, 50.000’in üzerinde sayıda çalışanı olan büyük ölçekli şirketlerin %46’sı tedarikçilerinin uyuma önem verdiğini söylerken, diğer şirketler için bu oran %30. Uyumu göz önünde bulundurmayan tedarikçilerin öne sürdüğü sebepler ise, temelde kapasite yetersizliği, bilgi eksikliği ve önceliklendirmedeki farklılıklardır. Yani aslında tedarik zinciri sürdürülebilirliği yolunda ilerlemeler kaydedilmekte olsa da hala atılması gereken adımlar olduğunu söyleyebiliriz.

Gümrük bakış açısıyla ve Paris Antlaşması kapsamında tedarik zinciri kavramı nasıl önem kazanıyor? Bu noktada sürdürülebilirliğin sağlanması nasıl mümkün oluyor?

Hem sivil toplum kuruluşlarında hem şirketlerde öne çıkan en büyük problemlerden ikisi emtia fiyatlarındaki artış ve emtianın tedariki konusudur. Bu sebepler şirketleri stok yönetimine yönelik efor harcamaya itiyor, geleneksel anlamda bildiğimiz ‘just-in-time’ benzeri yapılar değil de havuzlar oluşturulmaya başlanıyor. Tedarik zinciri modellerinde bölgesel depo merkezleri ve bunların optimizasyonu daha önemli hale geliyor. Depolar ana tedarikçiden sürekli olarak beslenecek, şirketler hammaddeyi buldukça burada stoklayıp ihtiyaç oldukça ikmal yapacaklar. Tedarik konusundaki sıkıntıları çip krizi, bazı ürünlerin tedarik edilememesi gibi örneklerle de görüyoruz. Paralelde, dijitalleşme de önemli hale geliyor, şirketlerin stoklama ve planlama yapabilmek için en az 6 ay, 1 yılı görebiliyor olması gerekiyor. Dolayısıyla da talebin öngörülebilirliği ve planlanması da önem kazanıyor. Ayrıca, ürün bulunabilirliği ve uçtan uca görünürlük gibi konular da oldukça ön plana çıkıyor.

Önemli bir başka konu ise konteynır (genel olarak navlun) fiyatlarındaki artış diyebiliriz. Yukarıdaki nedenlerle beraber düşünüldüğünde, artık uzak coğrafyalar yerine yakın coğrafyalardan tedarik tercih ediliyor. Bu argümanı destekleyecek şekilde MENA bölgesinde hammadde tedariki açısından Türkiye daha çok tercih edilebilir hale geliyor.

En sık duyduğumuz bir diğer konu ise, iklimin sürdürülebilirliğidir. Bu noktada Paris Antlaşması kapsamında Türkiye’de nasıl bir yol izleneceği henüz belli değil, fakat AB’den fon düşüncesi, Gümrük Birliği Anlaşması gibi hususların da gündemde olması gerekiyor. Karbon salımı ile maliyetler ve vergi yükü de artıyor veya gelecekte daha da artacak. Türkiye ihracatçı bir ülke ve hammadde tedariki dış ticarete büyük ölçüde bağlı. Türkiye’de geri kazanım katılım payına paralel olarak karbon emisyon salımı yüksekliğine göre hedef belirlenip, ilgili seviyelere göre vergilendirme sistemi olabilir.

Türkiye’nin iş modellerinde sürdürülebilirlik noktasındaki konumu ve yaklaşımı nasıl?

Türkiye coğrafyası, yer altı ve yerüstü zenginliği, iş gücü ve nüfusu ile kalkınmaya en güçlü adaylardan biridir. Bu bağlamda, sürdürülebilirliğin sağlanması için ülkedeki tüm özel ve devlet kurumları beraber çalışmalıdır. Sürdürülebilirlik kavramı ilk kez Türkiye'nin üçüncü beş yıllık kalkınma planında yer almıştı. Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 1998 yılında hazırlanan Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı, bu alanda hazırlanan ilk resmi belgedir. Uluslararası arenada ekonomik gücün artırılması, yer altı ve yer üstü kaynakların korunması gibi sürdürülebilirlik anlamında da önemli noktalara değinen yeni stratejiler izlenmiştir. Modern zamanlarda işletmelerin özelleştirilmesi ve ekonominin gelişmesiyle birlikte dünya standartlarında bir sürdürülebilirlik hedefi zorunlu hale gelmiştir. İş dünyası; çevre yönetim sistemi, iş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemi, sosyal sorumluluk standardı gibi uluslararası kabul görmüş düzenlemelere entegre edilmiştir. Bunlara ek olarak, sivil toplum kuruluşlarınca sürdürülebilirliği artırmaya yönelik projeler geliştiren firmalar desteklenmektedir.

Ne yapılmalı?

Öncelikle üretim, istihdam ve ihracat için tedarik zinciri oldukça önemli. Bunun ana nedeni maalesef ithalat bağımlılığımızın yüksek olduğu ürünlerin hammadde ve üretim girdisi olması. Ancak uzmanlardan, bunun sürdürebilirliğinin daha da önemli olduğunu anlıyoruz. Tedarik zinciri açısından tüm dünyada çok zor bir süreç yaşanıyor. Ürün tedarik kaynakları, ürün ve taşıma rotaları ciddi anlamda değişime uğruyor. Bu noktada son dönemde çevre ve iklim ile ilgili gelişmeler ve regülasyonlar da öne çıkıyor. Her şirketin yaşanan bu gelişmelere yönelik bir strateji planlaması ve olan planların da son gelişmelere göre güncellenmesi gerekiyor.

 

Bu makalede yer alan açıklamalar, yazarının konu hakkındaki kişisel görüşünü yansıtmaktadır. Makaledeki bilgi ve açıklamalardan dolayı EY ve/veya Kuzey YMM ve Bağımsız Denetim A.Ş.’ye sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.