Skip to Content

Fazla veya yersiz tahsil edilen vergilerin iadesinde dikkate alınacak faiz oranı tartışması: Yasal faiz ifadesinden ne anlaşılmalı?

Av. Barış Can Erdemir

I. Giriş

Faiz, en basit tanımıyla, konusu paradan müteşekkil borçlarda alacaklının ilgili tutardan yoksun kalmasının karşılığı olan bir tür semeredir.1 Tarihsel olarak faiz olgusu ilk çağlardan bu yana ilkel ticari işlemlerle birlikte ortaya çıkmış; zaman içerisinde kimi yasaklara ve benzeri toplumsal hassasiyetlere maruz kaldıysa da iktisadi hayatın vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Bugün modern hukuk sistemlerinin tamamında faizin kabul gördüğü ve borç ilişkilerinde yaygın şekilde uygulandığı söylenebilecektir.

Vergi hukukumuzda da fazla veya yersiz ödenen vergiler faiziyle birlikte iade edilmekte olup, bu uygulama aslında göreceli olarak yeni sayılabilecektir. Uzun bir süre uygulama aksi yöndeyken, fazla veya yersiz tahsil edilen vergiler nedeniyle mükelleflere yoksun kaldıkları tutarların iadesinde faiz hesaplanması gerekliliği bugün tartışmasız bir şekilde kabul edilmektedir. Bununla birlikte, iade edilecek tutar üzerinden faiz hesaplanırken bunun hangi oran üzerinden yapılacağı, daha açık bir ifadeyle yasal faizin mi, yoksa tecil faizinin mi dikkate alınacağı noktasında tartışmalar yaşanmakta olup, yargı mercilerince her iki yönde de kararlar verildiği görülmektedir.

9 Eylül 2021 tarihli Resmî Gazete’de, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun (“VDDK”) E. 2021/1 ve K. 2021/3 sayılı kararı yayımlanmıştır. Bahse konu VDDK kararı, fazla veya yersiz tahsil edilen verginin iadesinde uygulanacak faiz oranına ilişkin bölge idare mahkemesi kararları arasındaki aykırılığın giderilmesi istemi hakkındadır. İsteme konu aykırı kararlar, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin 2. Vergi Dava Dairesi ve 3. Vergi Dava Dairesi arasındadır: 2. Vergi Dava Dairesi yasal faize hükmederken, 3. Vergi Dava Dairesi yasal faiz olarak tecil faizinin anlaşılması gerektiği yönünde karar vermiştir.

II. Türk vergi hukukunda fazla veya yersiz verginin iadesinde faize ilişkin sürecin kısa bir özeti

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 112’nci maddesinde öngörülen gecikme faiziyle verginin olması gerekenden geç tahakkuk etmesi sebebiyle yaşanan kaybın telafisi öngörülmekteyken, mükelleflerin fazla veya yersiz olarak ödedikleri vergilerin iadesinde herhangi bir faiz hesaplaması yapılmıyor; bu uygulama da iade edilecek vergiler için faiz hesaplanmasını gerektiren açık bir düzenleme olmamasıyla gerekçelendiriliyordu2 . Daha öz bir ifadeyle Devlet’in alacağını geç almasından kaynaklanan zararı telafisi mümkünken, vergi mükelleflerinin fazla veya yersiz vergi nedeniyle yoksun kaldığı tutar nedeniyle uğradığı zararın telafisi mümkün değildi. Bugün ise bu yaklaşım tamamıyla terk edilmiştir.

İlk olarak ifade edilmesi gerekir ki hukuk devleti ilkesinin bir sonucu olarak ve Anayasa’nın 125’inci maddesinde açıkça ifade olunduğu üzere, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” Dolayısıyla haksız şekilde tahsil edilen verginin iadesinde faiz hesaplanması için bu konuda Anayasa’nın anılan hükmünden başkaca bir düzenleme olmasına dahi gerek yoktur3. Gerçekten Danıştay’ın bu doğrultuda çeşitli kararlarına rastlanılmaktadır4.

Nitekim, VUK’un 112’nci maddesine 4369 sayılı Kanun ile dördüncü fıkra olarak eklenen ve 01.01.1999 tarihinde yürürlüğe giren hüküm ile konuya ilişkin açık düzenleme vergi mevzuatımıza dahil olmuştur5. Anılan düzenlemenin gerekçesinde, “Bu madde ile fazla ve yersiz tahsil edilen veya kanun gereği iadesi gereken vergilerin mükellefe red ve iadesinde mükellef hukukunun gözetilmesi, enflasyonist etkilerin mükellef alacağında yaratacağı aşınmanın giderilmesi ve idarenin haklı ve yasal iade işlemlerinde gereksiz zaman kaybının önlenebilmesi amacıyla düzenlemeler yapılmaktadır.” denilmekle, iade edilmesi gereken vergi için faiz hesaplanmasının bir mükellef hakkı olduğu ve ilgili düzenlemenin enflasyon karşısında mükellef nezdinde başkaca bir zarara yol açılmaması amacına yönelik olduğu ortaya konulmuştur.

Bahse konu fıkra, faiz ödemesi için birtakım şartlar ileri sürmekte ve faizin iade başvurusuyla ilgili evrakın tamamlanmasını takip eden üçüncü ayın sonundan itibaren hesaplanmasını öngörmekteydi. Anayasa Mahkemesi’nin,14.05.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan, 10.02.2011 tarihli, E: 2008/58 ve K: 2011/37 sayılı kararıyla anılan fıkranın anayasaya aykırılık teşkil ettiğinden iptaline karar verilmiştir. Bahse konu kararın gerekçesinde, yersiz veya fazladan tahsil ile birlikte verginin mükellefler yönünden alacak haline geldiği, mükellefin iadeye kadar ilgili tutardan mahrum bırakılmak suretiyle haksızlığa uğratıldığı, faizin başvurudan 3 ay sonra kadar geç ödenmesinin herhangi meşru bir gerekçesi olmadığı ve bu durumun mülkiyet hakkıyla bağdaşmayacağı yönünde açıklamalar yapılmıştır6.

Anayasa Mahkemesi’nin mezkûr kararıyla iptal edilen fıkra, sonradan 30.06.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6322 sayılı Kanun’un 14’üncü maddesiyle tekrar düzenlenmiştir. Düzenleme gerekçesinde, Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararının gerekçesinden bahsedildikten sonra düzenlemeyle faiz hesabının tahsil tarihinden itibaren başlatılacağı hususu vurgulanmaktadır7.

Yukarıda kısaca özetlendiği üzere, vergi hukukumuzda fazla veya yersiz vergilerin iadesinin faiziyle birlikte yapılması önce içtihat ile kabul görmüş ve sonradan yasa seviyesinde düzenlenmiştir. Görece yeni olan bu anlayışın uygulamasında çeşitli farklılıklar ortaya çıkmıştır. İşte iade edilecek vergiler açısından faizin hesaplanmasında dikkate alınacak faiz oranı da uygulama farklılıklarının sık rastlandığı konulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Vergi iadelerinde faiz uygulamasının tarihçesinden bahsedilmekteyken, konuya ilişkin yasal düzenlemelerde hangi faiz oranlarının öngörüldüğüne değinilmesinde fayda bulunmaktadır. Bilindiği üzere, hukukumuzda faize ilişkin genel kanun niteliğindeki 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un 1’inci maddesinde yasal faiz düzenlenmektedir. Yasal faiz oranı, iş bu çalışmanın yapıldığı tarih itibarıyla (ve 2005/9831 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na istinaden 01.01.2006 yılından bu yana) yıllık %9 oranıdır. Bunun yanında VUK’un 112’nci maddesinin dördüncü fıkrası 4369 sayılı Kanun ile ilk düzenlendiğinde, vergilerin tecil faiziyle birlikte iade edilmesi öngörülmekteydi. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda değinilen iptal kararının ardından 6322 sayılı Kanun ile tekrar düzenlenen ve halihazırda yürürlükte olan hükümde de aynı şekilde tecil faizine yer verilmektedir. Tecil faizi oranı iş bu çalışmanın yapıldığı tarih itibarıyla (ve Sıra:C No:5 Tahsilat Genel Tebliği’ne istinaden) yıllık %15’tir.

III. Fazla veya yersiz verginin iadesinde faiz oranına ilişkin yargının yaklaşımı

Yukarıda izah olunduğu üzere, fazla veya yersiz verginin iadesinde faizin oranı konusunda uygulamada farklılıklarla karşılaşılmış olup, bu farklılıkların özellikle iki yaklaşım olarak değerlendirilmesi mümkün bulunmaktadır8.

İlk yaklaşım, fazla veya yersiz verginin iadesinde faizin idarenin genel mali sorumluluğundan kaynaklandığı, dolayısıyla bu çerçevede yoksun kalınan paradan kaynaklanan zararın ortadan kaldırılmasına yönelik bir şekilde faize hükmedilmesi gerektiği ve bu faizin de yasal faiz olarak hesaplanacağı yönündeki yaklaşımdır. Bir başka ifadeyle, bu yaklaşıma göre fazla veya yersiz vergi alınması nedeniyle ilgili tutardan mahrum bırakılan mükellefin zararının giderilmesi, ancak 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’a göre yasal faiz oranında bir faiz hesaplanmasıyla mümkündür.

Diğer yaklaşıma göre ise VUK’un 112’nci maddesinin açık hükmü karşısında fazla veya yersiz verginin iadesinde dikkate alınabilecek yegâne faiz 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile düzenlenen tecil faizidir. Bu yaklaşım esasen faiz talep edilebilmesinin ancak bir yasa yahut sözleşme hükmünün varlığında mümkün olduğu yönündeki yaklaşımın bir devamı niteliğindedir. Bu bağlamda yasal dayanağı teşkil eden VUK’un 112’nci maddesinin dördüncü fıkrasında tecil faizi işaret edilmekteyken, bahse konu vergi iadelerinde bu faize göre işlem tesis edilmelidir.

Hemen ifade edilmesi gerekir ki vergi yargısında iki yaklaşıma uygun kararlar pekâlâ görülebilmektedir. Söz gelimi, Danıştay 4. Dairesi 2014 tarihli bir kararında, yukarıda ele alınan ilk yaklaşıma paralel birtakım açıklamalarla yersiz ve fazladan tahsil edilen verginin iadesinde yasal faize hükmedileceği gerekçesine yer vermektedir9. Yine aynı dairenin daha eski bir başka kararında, “Mahkemece faiz yönünden yeniden verilecek kararda; 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümleri dikkate alınarak karar verilmesi gerekeceği tabidir.” denilmektedir10.

Danıştay 7. Dairesi’nin 2018 tarihli bir kararında da benzer şekilde faizin belirli bir miktar paradan yoksun kalınmasıyla doğan zararın tazminine yönelik olduğu vurgulanmakta ve 3095 sayılı Kanun kapsamında faiz uygulanması gerektiği ifade edilmektedir11. Nitekim, Danıştay 9. Dairesi ise 2018 tarihli bir kararında, tecil faizine hükmeden vergi mahkemesi kararını “haksız yere alınan vergi nedeniyle yoksun kalınan tutarın ödemenin yapıldığı tarihten itibaren, Danıştay'ın yerleşik hale gelen içtihatlarıyla kabul edilen ve bu husustaki genel hükümleri içeren 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine ilişkin Kanun'da öngörülen oranda faiz uygulanarak ilgilisine ödenmesi gerektiği” gerekçesiyle bozmuştur12. Son olarak VDDK’nın 2013 tarihli bir kararında, yasal bir dayanağı olmadığı halde faize hükmedilemeyeceği gerekçesine dayanan Danıştay 3. Dairesi’nin bozma kararı karşısında 3095 sayılı Kanun’a göre yasal faize hükmeden ilk derece mahkemesinin direnme kararı onanmıştır13.

Yukarıda aktarılan kararların aksi yönünde Danıştay kararları da mevcuttur. Örneğin Danıştay 4. Dairesi’nin 2014 yılında verdiği bir kararda şu gerekçeye yer verilmiştir:

“Vergi Usul Kanunu'nun 112/4. maddesinde, fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergilerin iadesinde, 6183 sayılı Kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanan faiz uygulanacağı belirtildiğinden, ilk maddesinde; Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu’na göre faiz ödenmesi gereken hallerde uygulanacağı belirtilen 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun uyarınca faize hükmeden Mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”14

Bir başka örnekte, Danıştay 9. Dairesi yasal faiz yerine tecil faizi uygulanması gerektiğinden bahisle aksi yöndeki ilk derece mahkemesi kararına ilişkin istinaf başvurusunu reddeden bölge idare mahkemesi kararını bozmuştur15. Yine aynı şekilde, 2018 tarihli bir kararında VDDK yasal faiz yerine tecil faizine hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle, Danıştay 4. Dairesi’nin aksi yöndeki gerekçesiyle verdiği bozma kararına direnen ilk derece mahkemesinin kararını hukuka uygun bulmuştur16.

Yukarıda yer verildiği üzere, Danıştay’ın her iki yaklaşıma uygun nitelikte kararlarının var olduğu sabittir. Buna karşılık, özellikle son zamanlarda detaylarına aşağıda yer verileceği üzere VUK’un 112’nci maddesinin dördüncü fıkrasının yürürlük tarihi olan 15.06.2012 tarihinden sonraki uyuşmazlıklar için tecil faizine karar verilmesi yönünde bir eğilimin hâkim olduğu anlaşılmaktadır.

IV. Sonuç yerine: VDDK’nın güncel kararı

9 Eylül 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan, VDDK’nın E. 2021/1 ve K. 2021/3 sayılı kararında, yukarıda ele alınan fazla veya yersiz verginin iadesinde dikkate alınacak faiz oranı tartışmasına ilişkin Danıştay’ın yaklaşımı net bir şekilde ortaya koyulmuştur. Anılan kararın gerekçesi şu şekilde özetlenebilecektir:

  • 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un “Kanuni Faiz” başlıklı 1’inci maddesi ile VUK’un 112’nci maddesinin dördüncü fıkrasının arasında genel hüküm – özel hüküm ilişkisi mevcuttur.
  • Dolayısıyla VUK’un 112’nci maddesinin dördüncü fıkrasının yürürlük tarihi olan 15.06.2012 tarihinden önce tahsil edilen vergilerin iadesinde, özel hüküm bulunmadığından genel hüküm uyarınca yasal faiz dikkate alınacaktır.
  • Buna karşılık, 15.06.2012 tarihinden sonra tahsil edilen vergilerin iadesinde ise özel hüküm uyarınca tecil faizi oranı uygulanmalıdır.

Görüleceği üzere, Danıştay fazla veya yersiz ödenen verginin iadesinde faize hükmedilip hükmedilmeyeceği noktasında bir tereddüt yaşamamış; AİHM ve AYM’nin konuya ilişkin kararlarıyla uyum içerisinde, iade edilecek verginin faizle iade edileceği yönünde karar vermiştir. Bununla birlikte anılan kararda hükmedilecek faiz oranı belirlenirken, VUK’un 112’nci maddesinin dördüncü fıkrasının güncel halinin yürürlük tarihi esas alınmıştır. Bu bağlamda, fazla veya yersiz verginin iadesindeki faiz oranı bahse konu verginin 15.06.2012 tarihinden önce tahsil edilip edilmediğine göre belirlenecektir: Şayet anılan tarihten önce tahsilat gerçekleştiyse yasal faiz ile iade edilecek; anılan tarihten sonra tahsil edilen vergilerin iadesinde ise tecil faizi uygulanacaktır.

Son olarak ifade edilmesi gerekir ki, fazla veya yersiz alınan verginin iadesinde vergi idaresinin kendi alacağı için uyguladığı gecikme faizi oranından (oranı aylık %1,6) farklı olarak tecil faizi (oranı yıllık %15) uygulanması, mükellef ile vergi idaresi arasındaki menfaat dengesinin korunmasına yardımcı olmamaktadır. Bu çerçevede VUK’un 112’nci maddesinin dördüncü fıkrasının isabetli olup olmadığının tartışmaya son derece açık olduğu ve uygulamada duraksamaya yol açan hususları tam anlamıyla açıklığa kavuşturmaktan uzak olduğu değerlendirilebilecektir.

 

[1] Anayasa Mahkemesi’nin 15.12.1998 tarihli, E. 1997/34 ve K. 1998/79 sayılı kararında faiz şu şekilde tanımlanmaktadır: “Faiz, kişi veya kurumların kullanımına terk ve tahsis edilen nakdî sermayeye karşılık sermaye sahibi lehine oluşan medenî bir “semere” veya “ivaz”dır. Ayrıca alacaklının zararını karşılama işlevi olan, edimini taahhüdüne uygun biçimde süresinde; muaccel borcunu vadesinde ödemeyen borçlunun, bu süreden yararlanmış olma sonucu alacaklı lehine doğan nakdî bir ödentidir.”

[2] Örnek kabilinden, bkz. Danıştay 3. Dairesi’nin 14.12.1993 tarihli, E. 1992/1866 ve K. 1993/3667 sayılı kararı; Danıştay 4. Dairesi’nin 16.02.1999 tarihli, E. 1998/725 ve K. 1999/439 sayılı kararı; Danıştay 9. Dairesi’nin 22.05.1996 tarihli, E. 1996/519 ve K. 1996/1886 sayılı kararı, Danıştay 3. Dairesi’nin 02.12.2008 tarihli, E. 2007/1279 ve K. 2008/3820 sayılı kararı. Bu kararların gerekçesinde yer alan faiz ödenmesi için yasal bir düzenlemenin olmadığı savının esasen Anayasa Mahkemesi’nin 27.09.1988 tarihli, E.1988/7 ve K. 1988/27 sayılı kararından kaynaklandığı yönünde, bkz. ÜSTÜN, Ümit Süleyman; “Mükellefe İadesi Gereken Vergilerde Faiz Uygulaması”, TBB Dergisi, S. 105, 2013, s. 180. Bahse konu kararların gerekçesinin aksine, iade edilecek vergilerde faiz uygulanması noktasında hukuken bir boşluk bulunmadığı yönünde, bkz. KUMRULU, Ahmet; “Vergi Davalarında Uygulanan Gecikme Faîzî Hakkında Düşünceler”, AÜHF Dergisi, C. 40, S. 1, Mayıs 1998, s. 249.

[3] CANDAN, Turgut; “Hukuka Aykırı Olarak Tahsil Edilen Verginin Geri Verilmesinde Faiz”, Mali Çözüm Dergisi, S. 118, Temmuz – Ağustos 2013, s. 164 vd.; KUMRULU, s. 249 vd.

[4] Örnek kabilinden, Danıştay 4. Dairesi’nin 06.10.2011 tarihli, E. 2011/5499 ve K. 2011/6892 sayılı kararı; Danıştay 4. Dairesi’nin 20.01.2014 tarihli, E.2010/4477 ve K. 2014/261 sayılı kararı.

[5] Bahse konu düzenlemenin aslında yargı kararlarına istinaden iade edilecek vergileri kapsamadığı ve dolayısıyla bunlar için uygulanamayacağı yönündeki görüş için, bkz. ÜSTÜN, s. 219 vd. Vergi idaresinin de bu görüşte olduğu yönünde bir tespit için, bkz. HATİPOĞLU, Cengizhan; “Yargı Kararına Göre İade Edilecek Vergilerde Faiz”, İÜHFM, C. LXXII, S. 1, 2014, s. 437.

[6] Anılan kararın gerekçesinde şu açıklamalara yer verilmektedir: “Vergi, devletin vatandaşlardan kamu gücüne dayalı ve karşılıksız tahsil ettiği bedel olsa da idarece yapılmış olan vergi tahsilâtının fazla veya yersiz olduğu tespit edildikten sonra bu tahsilât, mükellefler için bir “alacak” haline gelmektedir.

Alacak hakkı mülkiyet hakkı kapsamında kişilerin temel haklarındandır. Kişiler yanlış veya yersiz vergi tahsilatı nedeni ile belli bir süre mülkiyetlerinde olması gereken bir meblağdan kullanma, tasarruf etme ve harcama şeklinde yararlanma imkanından mahrum kalmaktadırlar. Bu süre zarfında enflasyon nedeni ile paranın değerinde oluşan aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu mülkiyetin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğratılmaktadır.

İtiraz konusu düzenleme ile devlet fazla veya yersiz yapılmış tahsilâtlar ile hazinesinde tuttuğu meblağı kişilere iade ederken üzerinden uzun zaman geçmiş olsa bile talep tarihinden üç ay sonra başlamak üzere işleyecek faizi ödemektedir. Düzenleme ile elde edilen kamu yararı kamu için öncelikli, genel menfaatleri koruyan, kamu hizmetlerinin sürdürülmesi için zorunlu bir durum arz etmemekte, sadece devlete başkasının mülkü üzerinde sebepsiz ve karşılıksız biçimde tasarruf etme hakkını vermektedir.

Fazla veya yersiz tahsil edilen vergilerin iadesinde, tahsilâtın yapıldığı tarih yerine başvuru tarihinden üç ay sonra başlamak üzere işleyecek faizin ödenmesine ilişkin kural, kişinin belli bir dönem için faiz gelirinden mahrum kalması sonucunu doğurarak genel yarar ile kişi yararı arasındaki dengenin bozulmasına yol açmakta, bu durum hukuk devletinde korunması gereken mülkiyet hakkının ihlaline neden olmaktadır.”

[7] Anılan düzenlemenin gerekçesinde ilgili kısım şu şekildedir: “Düzenlemeyle, fazla veya yersiz tahsil edilen vergilerin iadesinde, mükelleflere tahsil tarihinden itibaren hesaplanacak faizin ödenmesi sağlanmaktadır. Ancak, verginin fazla veya yersiz tahsil edilmesinin mükellefin beyanından kaynaklanması (örneğin hatalı beyanname verilmesi) hallerinde faiz, mükellefin hatanın düzeltilmesine dair müracaat tarihinden itibaren hesaplanacaktır.”

[8] Esasen konuya ilişkin yargının ikiden fazla yaklaşımının olduğunu ifade etmek gerekir. Çalışmanın özlü kalması adına daha baskın olduğu düşünülen yaklaşımlara yer verilmiş ve geri kalanlar ise göz ardı edilmiştir. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı, doktrinde çeşitli yazarlarca ifade edilen vergi idaresinin kendi alacağına uyguladığı faiz oranı olan gecikme faizinin iade hesabında dikkate alınacağı yönündeki görüştür. Faiz ödenip ödenmeyeceği yahut dikkate alınacak faiz oranına ilişkin yargı kararlarında gözlemlenen yaklaşımlar hakkında daha detaylı bilgi için, bkz. HATİPOĞLU, s. 438 vd.

[9] Danıştay 4. Dairesi’nin 20.01.2014 tarihli, E.2010/4477 ve K. 2014/261 sayılı kararı.

[10] Danıştay 4. Dairesi’nin 06.10.2011 tarihli, E.2011/5499 ve K. 2011/6892 sayılı kararı.

[11] Danıştay 7. Dairesi’nin 19.04.2018 tarihli, E.2017/473 ve K. 2018/2600 sayılı kararı.

[12] Danıştay 9. Dairesi’nin 16.04.2018 tarihli, E.2015/5620 ve K. 2018/2360 sayılı kararı.

[13] Danıştay VDDK’nın 30.04.2013 tarihli, E.2011/519 ve K. 2018/163 sayılı kararı.

[14] Danıştay 4. Dairesi’nin 18.04.2018 tarihli, E.2014/3317 ve K. 2018/3748 sayılı kararı. Bu kararın gerekçesinin aşağıda işbu çalışmaya vesile olan VDDK kararı ile aynı yönde olduğunun vurgulanmasında fayda vardır. Öyle ki karar gerekçesinde şöyle denilmektedir: “6322 sayılı Kanun öncesinde 213 sayılı Kanun’un 112/4. maddesinde sadece 120. maddeye göre "vergi hatası" kapsamında iade edilecek vergilere ilişkin bir düzenleme yer almaktayken, 6322 sayılı Kanun sonrasında "vergi hatası" kapsamında yapılacak iadelere ilişkin düzenleme Kanun’un 112/5. maddesinde ayrıca yer almış, 112/4. maddesinde ise, fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergilerin iadesinde tecil faiziyle ödenmesi esası getirilmiş, verginin fazla veya yersiz tahsil edildiğinin tespitinin idarece veya mahkemece ortaya çıkarılmış olması hususunda ise bir ayrıma gidilmemiştir.” Aynı yönde bir başka karar için, bkz. Danıştay 4. Dairesi’nin 27.02.2018 tarihli, E.2017/142 ve K. 2018/2057 sayılı kararı.

[15] Danıştay 9. Dairesi’nin 17.11.2020 tarihli, E.2019/5298 ve K. 2020/5114 sayılı kararı. Yine bahse konu kararda aşağıda incelenecek olan ve bu çalışmaya kaynaklık eden VDDK kararı ile aynı yönde bir gerekçeye sahiptir: “213 sayılı Kanun ile daha önce fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergilerden, sadece vergi hatalarından kaynaklananların iadesinde tecil faiziyle geri ödenmesi öngörülmüş iken, yukarıda metni verilen madde hükümleri ile diğer tüm hallerde, yargı kararıyla tespit edilmiş olanlar dahil olmak üzere, 15/06/2012 tarihinden sonra fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergilerin tecil faiziyle birlikte mükellefe iadesinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.”

[16] Danıştay VDDK’nın 05.12.2018 tarihli, E.2018/726 ve K. 2018/964 sayılı kararı.

 

Bu makalede yer alan açıklamalar, yazarının konu hakkındaki kişisel görüşünü yansıtmaktadır. Makaledeki bilgi ve açıklamalardan dolayı EY ve/veya Kuzey YMM ve Bağımsız Denetim A.Ş.’ye sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.