Skip to Content

Damga Vergisi Uygulamasında 'Resmi Daire'

Av. Gökçe Sarısu


I. Giriş

 

Damga vergisi,  hukuki işlemlerde düzenlenen belge ya da kağıtlar üzerinden alınan bir vergidir. Niteliğinin belirlenmesinde güçlükler bulunmakla birlikte, gelir, servet ve harcamalardan alınan vergiler bazında yapılan tasnif kapsamında, damga vergisi hukuki muameleler üzerinden alınan bir işlem vergisi grubunda yer almaktadır. 

 

Tarihi gelişimine bakıldığında, ülkemiz vergi sistemi içerisinde ilk defa 1845 yılında damga vergisine rastlanmaktadır. Uzun bir geçmişi olan damga vergisinin yakın tarihinde,1928 yılında yürürlüğe giren 1324 sayılı Kanun ile mer’i 488 sayılı Kanun yer almaktadır. 1928 yılında yürürlüğe giren 1324 sayılı Damga Vergisi Kanun’un gelişmeler karşısında yetersiz kalması dolayısıyla halen yürürlükte bulunan 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu 1963 yılında yürürlüğe girmiştir.

 

Günümüze kadar pek çok değişikliğe uğrayan 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu’nun 1 inci maddesi uyarınca, Kanuna ekli (1) sayılı Tabloda yazılı kağıtların düzenlenmesi, imzalanması ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olması, bir kağıdın damga vergisine tabi tutulabilmesinin şartlarıdır.

 

Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, yabancı memleketler ile Türkiye’deki yabancı elçilik ve konsolosluklarda düzenlenen kağıtların, Türkiye’de resmi dairelere ibraz edilmesi, üzerinde devir veya ciro işlemleri yürütülmesi veya herhangi bir suretle hükümlerinden faydalanılması halinde Türkiye’de damga vergisine tabi tutulacağı düzenlenmiştir.

 

Yukarıda temel özellikleri belirtilen damga vergisinin konusu çok geniş olmakla birlikte, uygulamada birtakım güçlüklerle karşılaşılabilmektedir. Zira, Kanun genel bir çerçeve çizmekte ve kanun maddelerinin yorumlanması ve uygulaması aşamasında, maddi olayların hukuki unsurlarının dikkatli bir şekilde analizi gerekmektedir.

 

Bu doğrultuda incelenmesi gereken hususlardan birisi de, kapsamının belirlenmesi ve belirlenen kapsam doğrultusunda vuku bulan sonuçların önemine binaen “resmi daire”lerdir ki, makalemizin konusu da damga vergisi uygulamasında “resmi daire” kavramının değerlendirilmesine yöneliktir. Yazımızda öncelikle resmi dairelerin kapsamını belirleyen Damga Vergisi Kanunu’nun 8 inci maddesi ele alınacak, hangi kuruluşların resmi daire olduğu hususunda açıklamalar yapıldıktan sonra, resmi daire niteliğini haiz olma durumuna damga vergisinin uygulanması açısından ne gibi sonuçlar bağlandığı ele alınacaktır.

 

II. Resmi daire

 

A. Hangi kuruluşlar resmi dairedir?

 

Damga Vergisi Kanunu’nun, 6/6/2008 tarihli ve 26898 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5766 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 10/a maddesiyle değişik 8 inci maddesi,

 

“Bu Kanunda yazılı resmi daireden maksat, genel ve özel bütçeli idarelerle il özel idareleri, belediyeler ve köylerdir.

 

Bu dairelere bağlı olup ayrı tüzel kişiliği bulunan iktisadi işletmeler resmi daire sayılmaz.”

 

şeklindedir.

 

5766 sayılı Kanun ile değişmeden evvel “genel ve özel bütçeli idarelerle” ibaresi, “genel ve katma bütçeli daire ve idarelerle” şeklinde idi. Anılan değişiklik ile amaçlanan, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile tanımı yapılan bütçe uygulamalarına paralellik sağlamak ve resmi daire tanımını güncel hale getirmektir.[1] Zira 5018 sayılı Kanun’da, bütçe türleri uluslararası standartlara uygun şekilde yeniden tanımlanarak ve sınıflandırılarak, katma bütçe kaldırılmakta ve bu kapsamda yer alan kamu idareleri, idari ve mali statüsüne göre genel bütçeli ya da özel bütçeli idare haline getirilmektedir.[2]

 

Peki genel ve özel bütçeli idarelerden ne anlaşılması gerekmektedir?

 

5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu’nun “Bütçe Türleri ve Kapsamı” başlıklı 12 nci maddesinde, genel bütçe, Devlet tüzel kişiliğine dahil olan ve Kanuna ekli (I) sayılı cetvelde yer alan kamu idarelerinin bütçesi olarak tanımlanırken; özel bütçe ise bir bakanlığa bağlı veya ilgili olarak belirli bir kamu hizmetini yürütmek üzere kurulan, gelir tahsis edilen, bu gelirlerden harcama yapma yetkisi verilen, kuruluş ve çalışma esasları özel kanunla düzenlenen ve Kanuna ekli (II) sayılı cetvelde yer alan her bir kamu idaresinin bütçesi olarak düzenlenmiştir.

 

Tanımlarda yer verildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı cetvelde ayrı ayrı hangi kurumların genel bütçeli kamu idareleri, hangi kurumların özel bütçeli idare olduğu belirtilmiştir. Örneğin Yargıtay, Danıştay, Gelir İdaresi Başkanlığı gibi idareler (I) sayılı cetvelde genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri arasında sayılmış iken; üniversiteler, TÜBİTAK ve Savunma Sanayi Müsteşarlığı gibi idareler ise, (II) sayılı cetvelde özel bütçeli idareler arasında sayılmıştır.

 

Damga Vergisi Kanunu’nun 8 inci maddesinde, genel ve özel bütçeli idarelerden başka resmi daire niteliğini haiz olduğu belirtilen il özel idareleri, belediyeler ve köyler ise Anayasamızın 127 nci maddesinde düzenlenmiş bulunan mahalli idarelerdir.

 

Kanun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, resmi dairelere bağlı olmakla birlikte ayrı bir tüzel kişiliğe sahip iktisadi işletmeler resmi daire sayılmaz. Bu madde hükmü karşısında, örneğin, belediyelere bağlı ayrı bir tüzel kişiliğe sahip iktisadi işletmeler resmi daire sayılamayacaktır. Ancak, üniversitelere bağlı tüzel kişiliği bulunmayan döner sermayeler, il özel idaresi mülkiyetinde bulunan tüzel kişiliği bulunmayan ve iktisadilik vasfını taşımayan su işletmesi gibi kuruluşlar resmi dairelere bağlı olup ayrı bir tüzel kişiliği haiz olmamaları sebebiyle resmi daire sayılacaklardır.[3]

 

Ayrıca belirtmek isteriz ki; 5018 sayılı Kanuna ekli (III) sayılı cetvelde “Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar” başlığı altında belirtilen Sermaye Piyasası Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Rekabet Kurumu gibi kurumlar resmi daire sayılmamaktadır. Kanun maddesi, düzenleyici ve denetleyici kurumları “resmi daire” kapsamına dahil etmemiştir. Bu husus, Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların özerk statülerinden kaynaklanmaktadır. Zira, bu kurumları diğer kurumlardan ayırt eden iki önemli özellik, kurumların idari açıdan bağımsız olmaları ve regülasyon işlevi görmeleridir.[4]



[1] 5766 sayılı Kanun gerekçesi, www.tbmm.gov.tr

[2] 5018 sayılı Kanun gerekçesi, www.tbmm.gov.tr

[3] Değer N., “Damga Vergisi Uygulaması”, 2006, Yaklaşım Yayıncılık, s.103

[4] Ulusoy A.,, “Bağımsız İdari Kurumlar”, Danıştay Dergisi, Sayı:100


B. Damga vergisi uygulamasında “Resmi Daire”nin önemi

 

Bir kurumun “resmi daire” niteliğini haiz olup olmaması, damga vergisi açısından ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle özel bir önem arz etmektedir. Söz konusu sonuçlar arasında pratikte ağırlıklı olarak karşılaşılan noktalar aşağıda ele alınacaktır.

 

1. Yurtdışında düzenlenen kağıtlar

 

488 sayılı Damga Vergisi Kanunu’nun 1 inci maddesinin 3 üncü fıkrası;

 

“Yabancı memleketlerle Türkiye’deki yabancı elçilik ve konsolosluklarda düzenlenen kağıtlar, Türkiye’de resmi dairelere ibraz edildiği, üzerine devir veya ciro işlemleri yürütüldüğü veya herhangi bir suretle hükümlerinden faydalanıldığı takdirde vergiye tabi tutulur.”

 

şeklindedir.

 

Vergi kanunlarında “mülkilik prensibi” gereği, damga vergisi, Türkiye’nin coğrafi sınırları içerisinde düzenlenen ve Kanun kapsamına giren kâğıtlardan alındığından, yurt dışında düzenlenen ve yukarıda anılan fıkrada sayılan şartları taşımayan kağıtlar, damga vergisinin konusu dışında kalacaktır.

 

Yurt dışında veya Türkiye’deki yabancı elçilik veya konsolosluklarda düzenlenen kağıtların damga vergisine tabi tutulabilmesi için;

 

-  Kağıdın Türkiye’de resmi dairelere ibraz edilmesi,

-  Kağıt üzerinde devir veya ciro işlemleri yürütülmesi veya

-  Türkiye’de kağıdın hükmünden herhangi bir suretle faydalanılması

 

gerekmektedir.

 

Kağıt üzerinde devir veya ciro işlemleri yürütülmesi ve Türkiye’de kağıdın hükmünden herhangi bir suretle faydalanılması halleri makalemiz konusu dışında kaldığından, sadece kağıdın Türkiye’de resmi dairelere ibraz edilmesi koşulu inceleme konusu yapılacaktır.

 

“Kağıdın Türkiye’de resmi dairelere ibrazı” koşulunu unsurlarına ayırarak inceleyecek olursak, öncelikle yurt dışında düzenlenmiş imzalı bir kağıdın varlığı ve bu kağıdın Türkiye’de resmi daire niteliğini haiz bir kuruma ibrazı gerekmektedir.

 

a. Yurtdışında düzenlenmiş bir kağıt

 

Yurt dışında düzenlenen bir kağıdın belirlenen hallerde Türkiye’de vergilendirilebilmesi, kağıdın Kanun’un 1 inci maddesinin 2 nci fıkrasında sayılan özellikleri taşımasına bağlıdır.[1] Başka bir ifadeyle, kağıdın yazılıp imzalanması ve bir hususu belli veya ispat etmek için ibraz edilebilir niteliğinin bulunması ve Kanuna ekli (1) sayılı Tabloda sayılan kağıtlardan biri olması zorunludur.

 

Bu kapsamda, yurt dışında düzenlenen ve Türkiye’de resmi dairelere ibraz edilen bir kağıdın da yurt içinde düzenlenmiş ve damga vergisi konusuna giren bir kağıdın taşıması gerektiği özelliklere sahip olması gerekmektedir. Aksi takdirde yurt dışında düzenlenen kağıt, Türkiye’de resmi dairelere ibraz edilse dahi damga vergisinin konusuna girmeyecektir.

 

Ancak belirtilmelidir ki; yurt içinde düzenlenen kağıtlar açısından sadece Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen şartların varlığı yeterlidir. Danıştay 7. Dairesi’nin E.1999/2761, K. 2000/958 sayılı kararında[2] belirttiği gibi damga vergisini doğuran olay olarak, “ibraz edilme ve hükümlerinden faydalanma” haline, yalnızca yabancı memleketlerle Türkiye’deki yabancı elçilik ve konsolosluklarda düzenlenen kağıtlar bakımından göndermede bulunulmuştur ve Türkiye’de düzenlenen kağıtların damga vergisine tabi olabilmeleri için böyle bir koşul aranmamaktadır.

 

b. Resmi daire

 

Yurt dışında düzenlenen kağıtların Türkiye’de her çeşit merciye değil ve fakat resmi daire niteliğini haiz kurumlara ibrazı halinde vergilendirme sonucu doğacağı belirtilmiştir.  Ancak resmi daire dışında kalan kurumlara yapılan ibrazların da, hükmünden yararlanma şartını gerçekleştirip gerçekleştirmediği hususunun incelenmesi gerekmektedir.

 

“Resmi daire” kavramı, 8 inci madde kapsamında yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığından bu başlık altında tekrar değinilmeyecektir.

 

c. İbraz

 

Damga vergisi kapsamında “ibraz” kavramı, bir hakkın olduğunu ispat veya belli edilmesi için kağıdın resmi daireye gösterilmesini ifade eder.

 

Danıştay 11. Dairesi’nin 05.06.1968 tarih ve E.1968/378 K.1968/998 sayılı kararında ibraz kavramı şu şekilde açıklanmıştır:

 

“Yabancı memleketlerde düzenlenen kağıtların Türkiye’de resmi dairelere ibrazından kasıt, bu kağıtlar yardımıyla herhangi bir resmi daire veya idarede bir hakkın ispatı amacıyla bu kağıtların varlığının dermeyan edilmesidir.” [3]

 

Yukarıda açıklanan koşulların varlığı halinde yurt dışında düzenlenen bir kağıt, Türkiye’de damga vergisi açısından vergilendirilebilir hale geleceğinden, bir kurumun resmi daire niteliğini haiz olup olmadığının belirlenmesi önem arz etmektedir.

 

2. Mükellef açısından ödeme

 

Damga Vergisi Kanunu’nun 3 üncü maddesinin 1 inci fıkrası uyarınca, damga vergisinin mükellefi kağıtları imza edenlerdir ve resmi dairelerle kişiler arasındaki işlemlere ait kağıtların damga vergisini kişiler öder. Dolayısıyla resmi dairenin taraf olduğu hukuki işlemlerde düzenlenen kağıtların damga vergisi, resmi daireler ile kişiler tarafından değil sadece kişilerce ödenecektir.

 

Danıştay 9. Dairesi de bu hususu E.1996/687, K.1996/1762 sayılı kararında da açıkça belirtmiştir:

 

“…resmi dairelerden birisi ile fertler arasında düzenlenecek herhangi bir kağıt sebebi ile mükellefiyet resmi daireye terettüp etse dahi verginin fertlerden tahsil edileceği…”

 

Aynı Kanun maddesinin 2 nci fıkrasında ise, yabancı memleketlerle Türkiye’deki yabancı elçilik ve konsolosluklarda düzenlenen kağıtların vergisini, Türkiye’de bu kağıtları resmi dairelere ibraz eden, üzerlerinde devir veya ciro işlemleri yapanlar veya herhangi bir surette hükmünden faydalananların ödeyeceği belirtilmiştir.



[1] Kırman A., “488 Sayılı Damga Vergisi Kanunu Şerhi”, 1997, s.75

[2] Topuz İ., Özkaya K., “Seçilmiş Danıştay Kararları”, 2005, Yaklaşım Yayıncılık, s. 366

[3] Değer N., a.g.e., s. 58


3. Vergi ve cezada sorumluluk

 

Damga Vergisi Kanunu’nun 24 üncü maddesinin 4 üncü ve 5 inci fıkrası aşağıdaki şekildedir:

 

“Resmi daireler veya noterlerce düzenlenecek kişilere verilen veya dairede bırakılan ve Damga Vergisi hiç alınmayan veya noksan alınan kağıtların vergisi mükelleflere, cezası düzenleyenlere aittir.

Vergi ve ceza, vergi için mükelleflere rücu hakkı olmak üzere, kağıtları düzenleyenlerden alınır.”

 

Damga vergisi uygulama alanı geniş bir vergi olması itibariyle vergi ile ilgili yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğinin kontrol ve denetiminde güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Anılan fıkralar ile vergiye tabi kağıtların damga vergisinin tam ve zamanında ödenmesini sağlamak amacıyla resmi dairelere de vergi sorumluluğu yüklenmiştir.

 

Bu kapsamda, resmi dairelerce düzenlenen damga vergisine tabi kağıtlardan vergisi hiç alınmamış veyahut noksan alınmış kağıtlar için gerçekleştirilecek tarhiyatlarda, vergi aslı ve vergi ziyaı cezası resmi dairelerden aranacaktır. Resmi dairelerinin vergi aslı için vergi mükellefine rücu hakları bulunmaktadır ve fakat yukarıda anılan kanun hükmü gereği vergi cezası için böyle bir hakka sahip değillerdir.

 

Danıştay 7. Dairesi’nin E.1998/578, K. 1999/1211 sayılı kararında da resmi daireler veya noterlerce düzenlenerek kişilere verilen veya dairede bırakılan ve damga vergisi hiç alınmayan veya noksan alınan kağıtların vergisinin mükelleflere, cezasının ise düzenleyenlere ait olduğu, vergi ve cezanın, vergi için mükelleflere rücu hakkı saklı olmak üzere, kağıtları düzenleyenlerden alınacağı ve sorumlu sıfatıyla ödenen verginin asıl yükümlüden adli yargıda açılacak rücu davasıyla geri alınabileceğine hükmolunmuştur.

 

4. Resmi dairelerin mecburiyeti

 

Damga Vergisi Kanunu’nun 26 ncı maddesinde,

 

“Resmi dairelerin ilgili memurları kendilerine ibraz edilen kağıtların Damga Vergisini aramaya ve vergisi hiç ödenmemiş veya noksan ödenmiş olanları bir tutanakla tespit etmeye veya bunları tutanağı düzenlemek üzere, vergi dairesine göndermeye mecburdurlar.”

 

hükmü yer almaktadır.

 

Damga Vergisi Kanunu 1 Seri No.lu Genel Tebliği’nde belirtildiği üzere, bu madde hükmü ile verginin tahsili için resmi daire memurlarına da bir sorumluluk yüklenmektedir. Bu durumda söz konusu memurlara ibraz edilen Damga Vergisi’ne tabi kağıtların vergilerinin ödenmemiş olmaları halinde veya eksik ödenmiş olmaları halinde, ilgili memur olayı bir tutanakla tespit edip veya olaya ilişkin tutanağın düzenlenmesi için vergi dairesine göndermeye mecburdur.

 

Tebliğde “ilgili memur” kavramının geniş yorumlanması gerektiği ve memurlardan sadece işi damga vergisi uygulamak olanlara değil, görevi icabı böyle bir durumdan haberdar olan her memura bu sorumluluğun yüklendiği belirtilmiştir. Kağıdın ibraz edildiği memurun sorumluluğu, ibraz edilen kağıdın vergisinin ödenip ödenmediğine ilişkindir yoksa memur damga vergisine tabi kağıdı ibraz edenin verginin asıl mükellefi olup olmadığını araştırmayacaktır.[1]

 

III. Sonuç

 

Damga vergisi, kağıtlar üzerinden uygulanan bir vergi çeşidi olması itibariyle uygulama alanı oldukça geniştir. Bu verginin, Kanunda açıklık bulunmayan hallerde somut olay kapsamında yorumlanması ve ödenip ödenmediğinin kontrolü bakımından uygulamada güçlüklerle karşılaşılmaktadır.

 

Bu makalemizde, uygulamada sıklıkla karşılaşılan ve damga vergisi uygulaması açısından önem arz eden “resmi daire” kavramı ele alınmıştır. Damga Vergisi Kanunu’nda mükellefler açısından resmi daire kavramına iki önemli sonuç bağlanmıştır ki bunlar, yurt dışında düzenlenen kağıtların Türkiye’de resmi dairelere ibrazı halinde Türkiye’de damga vergisine tabi olacağı ve resmi dairelerle kişiler arasında düzenlenen kağıtların damga vergisini mükelleflerin ödemesi gerektiğidir. Verginin ödenip ödenmediğinin kontrolü açısından ise resmi dairelere Kanun’un 24 ve 26 ncı maddelerinde sorumluluklar yüklenmiştir.

 

Kanunda hangi kuruluşların damga vergisi açısından “resmi daire” kabul edileceği belirtilmiş olmakla birlikte, uygulamada hangi kurumun resmi daire olduğu kolaylıkla tespit edilemeyebilmektedir. Damga vergisi uygulamasında resmi daire olgusunun tespiti için somut olay bazında değerlendirme yapılması ve vergiyi doğuran olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekmektedir.

 

 



[1] Tuğlu A., “Damga Vergisinde Sorumluluk”, Yaklaşım Dergisi, Sayı:105